Ceza yargılamasının temel amacı, maddi gerçeği ortaya çıkarmaktır. Bu bağlamda, ceza muhakemesi sistemimizde “delil serbestisi” ve “vicdani delil sistemi” gibi prensipler kabul edilmiştir. Bu prensiplere göre, bir ceza davasında her türlü delil, mahkeme tarafından değerlendirilebilmektedir. Ancak söz konusu delilin hukuka aykırı yolla elde edilmesi halinde yargılamaya esas alınması ve hukuken geçerli olmasından söz etmek mümkün değildir. Nitekim kanuna aykırı elde edilmiş bulguların delil olarak kabul edilemeyeceğini öngören Anayasa madde 38/6 ile “Yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir.” hükmüne haiz Ceza Muhakemeleri Kanunu madde 217/2 uyarınca; maddi gerçeğin ortaya çıkarılması, ancak hukuka uygun elde edilmiş deliller vasıtası ile mümkündür. İşbu nedenle maddi gerçeğin hukuka uygun bir şekilde ortaya çıkarılması, delillerin hukuka uygun bir şekilde toplanması gerekmektedir.
Aynı şekilde Ceza Muhakemeleri Kanunu madde 206/2 ile ortaya konulması istenilen delillerin hangi durumlarda reddolunacağı hüküm altına alınmış olup kanun metninde; delilin kanuna aykırı elde edilmesi halinde reddolunacağı belirtilmiştir. İlgili hükümden görüleceği üzere; mahkeme, delilin hukuka uygun olup olmadığını denetleme ve hukuka aykırı elde edildiğini tespit ettiği delili yargılamaya esas almama görevini haizdir. Delil yasaklarına ilişkin Anayasa’nın 38/6. maddesi ve 5271 Sayılı CMK’nın 217/2. maddesi, ilk bakışta yalnızca hakimlere yönelik gibi görünse de, aslında bu kuralların muhatabı sadece hakimler değildir. Soruşturmayı yürüten savcılar ve kolluk güçleri de bu kurallara tabidir. Anayasa ve yasa hükümleri, hakimlere hukuka aykırı bulguları delil olarak değerlendirmeme ve hükme esas almama yükümlülüğü getirirken, aynı zamanda savcılar ve kolluk için de elde ettikleri delillerin hukuka uygun şekilde toplanmasını zorunlu kılmaktadır.
Delillerin hukuka uygun bir şekilde toplandığını kanıtlama sorumluluğu, delil toplama yetkisine sahip mercilere aittir. Eğer bu merciler, delillerin hukuka uygunluğunu ispatlayamazsa ya da dosya üzerinden bir delilin hukuka uygun elde edildiği net bir şekilde anlaşılmıyorsa, o delil hukuka aykırı olarak değerlendirilmelidir. Bu durum, adil bir yargılama sürecinin sağlanması açısından kritik öneme sahiptir.
Delil yasakları ve hukuka aykırı delillerle ilgili önemli bir mesele, bu tür yöntemlerle elde edilen bir delilin dolaylı olarak elde edilen deliller üzerindeki etkisidir. Örneğin, sanığın kollukta gördüğü işkence sonucu suçunu kabul edip suçta kullandığı silahın yerini açıklaması durumunda, bu silahın delil olarak kullanılabilirliği sorgulanır. Anglo-Amerikan hukuk sisteminde, bu tür durumlar “zehirli ağacın meyvesi” olarak adlandırılır; yani hukuka aykırı bir yöntemle elde edilen bir delil, ona bağlı olarak elde edilen diğer delilleri de geçersiz kılar. Bu çerçevede, “zehirli ağacın meyvesi de zehirlidir” prensibi geçerlidir. Türk hukukunda ise Yargıtay, hukuka aykırı delillerin dolaylı etkileri konusunda daha karmaşık bir tutum sergilemektedir. Ceza muhakemesi hukukunda açık bir düzenleme olmaması nedeniyle, Yargıtay her somut olayda durumu ayrı ayrı değerlendirmektedir. Bu durum ise, hukuka aykırı delillerin nasıl ele alınacağına dair uygulamada belirsizliklere sebebiyet vermektedir.
“… Sanığın tanıklık yaptığı dosyadaki hazırlık ve mahkeme beyanları arasında çelişki bulunmadığı, sanığın katılan ile yaptığı konuşmanın katılan tarafından gizli olarak kasete kaydedildiğinden hukuka aykırı delil niteliğinde olduğu ve hükme esas alınamayacağı şeklinde mahkeme gerekçesi yerinde görülmekle Mahkemece kanıtlar değerlendirilip geciktirici nedenleri açıklanmak suretiyle verilen beraat kararı usul ve yasaya. uygun bulunduğundan, katılan vekilinin yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddine…” (Yargıtay 8. Ceza Dairesi, 2009/ 9930 E., 2009/ 13934 K., 09.11.2009 T.)
“…Somut olayda; adresi belirtilen yerde kumar oynandığının bildirilmesi üzerine olay yerine intikal eden kolluk görevlilerinin sanığın, abisinin bekar evi olduğunu söylediği konuta girerek suça konu kumar malzemelerini ele geçirdiği, yetkili mercilerce usulüne uygun verilmiş bir arama kararı bulunmadan hukuka aykırı olarak ele geçen deliller dışında sanığın atılı suçu işlediğine dair hukuka uygun olarak elde edilmiş, mahkumiyetine yeterli, her türlü şüpheden uzak, kesin ve yeterli delil elde edilemediğinden sanığın beraati yerine yazılı şekilde mahkumiyetine karar verilmesi yasaya aykırıdır…’’ (Yargıtay 8. Ceza Dairesi, 2016/ 2625 E., 2017/744 K., 16.05.2019 T.)
“…Dava konusu suç uyuşturucu madde ticareti yapma suçu olduğu halde, örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenen suç olmadığı, zira suç tarihi itibariyle 5271 sayılı Kanun’un 139 uncu maddesinin dördüncü fıkrasına göre örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenmeyen suçlarda gizli soruşturmacı görevlendirilemeyeceği; yine aynı Kanun’un “Teknik Araçlarla İzleme” başlıklı 140 ıncı maddesindeki düzenlemeye göre, sanığın teknik araçlarla izlenmesine ilişkin bir karar bulunmadığı, gizli soruşturmacı görevlendirilmesine ilişkin karara dayanılarak ve 5271 sayılı Kanun’un 140 ıncı maddesi uyarınca ayrıca bir karar alınmadan teknik araçlarla izleme ve görüntüleme ve ses alma işlemi yapıldığının anlaşılması karşısında bu şekilde elde edilen deliller hukuka aykırı olup hükme esas alınamaz…” (Yargıtay 10. Ceza Dairesi, 2023/ 5696 E., 2023/5507 K.)
Views: 2