BORÇLUNUN TEMERRÜDÜ KOŞULLARI

Borç, Edim ve İfa Kavramları

Borç, taraflardan birinin diğerine karşı veya tarafların her ikisinin birbirine karşı yerine getirmekle yükümlü olduğu edimlerdir. Edim, borcun konusudur. Edimin yerine getirilmesine ifa denir. Muaccel olmuş yani vadesi gelmiş bir edimin yerine getirilmemesi durumunda bu durum temerrüt olarak nitelendirilir.

Borçlunun Temerrüdü

Borçlunun temerrüdüne 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 117 vd. maddelerinde değinilmiştir.

MADDE 117- Muaccel bir borcun borçlusu, alacaklının ihtarıyla temerrüde düşer.

Borcun ifa edileceği gün, birlikte belirlenmiş veya sözleşmede saklı tutulan bir hakka dayanarak taraflardan biri usulüne uygun bir bildirimde bulunmak suretiyle belirlemişse, bu günün geçmesiyle; haksız fiilde fiilin işlendiği, sebepsiz zenginleşmede ise zenginleşmenin gerçekleştiği tarihte borçlu temerrüde düşmüş olur. Ancak sebepsiz zenginleşenin iyiniyetli olduğu hâllerde temerrüt için bildirim şarttır.

Borçlu Temerrüdünün Şartları

  1. Muacceliyet

Borçlunun temerrüde düşmesi için gerçekleşmesi gereken ilk koşul borcun muaccel olması yani vadesinin gelmiş olmasıdır. Henüz ödeme zamanı gelmeyen bir borç için borçlu temerrüdün söz edebilmek mümkün değildir.

  • İhtar

Kural olarak muaccel bir borcun borçlusu, alacaklının ihtarıyla temerrüde düşer. Ancak borcun ifa edileceği gün, birlikte belirlenmiş veya sözleşmede saklı tutulan bir hakka dayanarak taraflardan biri usulüne uygun bir bildirimde bulunmak suretiyle belirlemişse, bu günün geçmesiyle borçlu temerrüde düşmüş olur.

  • İfanın Mümkün Olması

Borçlunun temerrüde düşmesi için edimin ifasının mümkün olması gerekmektedir. Şöyle ki, söz konusu borç muaccel hale gelmeden önce ifa imkânsız hale geldiyse bu durumda temerrüt hükümleri uygulanamayacaktır. Ancak imkânsızlık, alacak muaccel hale geldikten sonra meydana geldiyse bu durumda borçlunun kusurlu sorumluluğundan söz edilebilecektir.

Nitekim TBK’nın “Beklenmedik hâlden sorumluluk” başlıklı 119. Maddesi

“Temerrüde düşen borçlu, beklenmedik hâl sebebiyle doğacak zarardan sorumludur.

Borçlu, temerrüde düşmekte kusuru olmadığını veya borcunu zamanında ifa etmiş olsaydı bile beklenmedik hâlin ifa konusu şeye zarar vereceğini ispat ederek bu sorumluluktan kurtulabilir. ”hükmünü haizdir.

  • Kusur

Borçlu borcundan kusursuz sorumludur. Yani borçlunun kusurlu veya kusursuz olduğuna bakılmaksızın borçlu edimini ifayla yükümlüdür. Ancak borçlu kusurlu olmadığını ispat ederse gecikme faizini ödemekten kurtulabilir.

TBK Madde 118- Temerrüde düşen borçlu, temerrüde düşmekte kusuru olmadığını ispat etmedikçe, borcun geç ifasından dolayı alacaklının uğradığı zararı gidermekle yükümlüdür.

Temerrüt Faizi

Sözleşme serbestisi ilkesi gereğince taraflar temerrüt faizini kendi aralarında kararlaştırabilirler. Ancak bunun sınırları TBK’nın 120. Maddesinde çizilmiştir:

MADDE 120- Uygulanacak yıllık temerrüt faizi oranı, sözleşmede kararlaştırılmamışsa, faiz borcunun doğduğu tarihte yürürlükte olan mevzuat hükümlerine göre belirlenir.

Sözleşme ile kararlaştırılacak yıllık temerrüt faizi oranı, birinci fıkra uyarınca belirlenen yıllık faiz oranının yüzde yüz fazlasını aşamaz.

Akdî faiz oranı kararlaştırılmakla birlikte sözleşmede temerrüt faizi kararlaştırılmamışsa ve yıllık akdî faiz oranı da birinci fıkrada belirtilen faiz oranından fazla ise, temerrüt faizi oranı hakkında akdî faiz oranı geçerli olur.

Faizlerde, İratlarda Ve Bağışlamada Temerrüt Faizi

Faizlerde, iratlarda ve bağışlamada temerrüt faizine ilişkin hükümler TBK’nın 121. Maddesinde düzenlenmiştir:

MADDE 121- Faiz veya irat borcunu ya da bağışladığı bir miktar parayı ödemekte temerrüde düşen borçlu, icra takibine girişildiği veya dava açıldığı günden başlayarak, temerrüt faizi ödemekle yükümlüdür.

Buna aykırı olarak yapılan anlaşmalar, ceza koşulu hükümlerine tabi olur.

Temerrüt faizine, ayrıca temerrüt faizi yürütülemez.

Aşkın Zarar

Yukarıda değindiğimiz üzere borçlu temerrüde düştüğünde alacaklının uğradığı zararı karşılamak zorundadır. Ancak bu zararın giderilmesi bazen temerrüt faiziyle mümkün olmayabilir. Bu durumda TBK’nın 122. Maddesi uygulama alanı bulacaktır:

MADDE 122- Alacaklı, temerrüt faizini aşan bir zarara uğramış olursa, borçlu kendisinin hiçbir kusuru bulunmadığını ispat etmedikçe, bu zararı da gidermekle yükümlüdür.

Temerrüt faizini aşan zarar miktarı görülmekte olan davada belirlenebiliyorsa, davacının istemi üzerine hâkim, esas hakkında karar verirken bu zararın miktarına da hükmeder.

Karşılıklı Borç Yükleyen Sözleşmelerde Borçlunun Temerrüdü

Karşılıklı borç yükleyen sözleşmeler iki tarafın da bir edimi yerine getirmeyi üstlendiği sözleşmelerdir. Karşılıklı borç yükleyen sözleşmelerde borçlunun temerrüdünü dört başlık altında ele alabiliriz:

  1. Süre Verilmesi
  2. Süre Verilmesini Gerektirmeyen Durumlar
  3. Seçimlik Haklar
  4. Sürekli Edimli Sözleşmelerde

Süre Verilmesi

TBK madde 123’e göre, “Karşılıklı borç yükleyen sözleşmelerde, taraflardan biri temerrüde düştüğü takdirde diğeri, borcun ifa edilmesi için uygun bir süre verebilir veya uygun bir süre verilmesini hâkimden isteyebilir.”

Süre Verilmesini Gerektirmeyen Durumlar

Süre verilmesini gerektirmeyen durumlar TBK’nın 124. Maddesinde düzenlenmiştir:

1. Borçlunun içinde bulunduğu durumdan veya tutumundan süre verilmesinin etkisiz olacağı anlaşılıyorsa.

2. Borçlunun temerrüdü sonucunda borcun ifası alacaklı için yararsız kalmışsa.

3. Borcun ifasının, belirli bir zamanda veya belirli bir süre içinde gerçekleşmemesi üzerine, ifanın artık kabul edilmeyeceği sözleşmeden anlaşılıyorsa

Süre verilmez.

Seçimlik Haklar

Karşılıklı borç yükleyen sözleşmelerde temerrüde düşen borçluya karşı alacaklının TBK madde 125 hükmü uyarınca aşağıdaki seçimlik hakları bulunmaktadır:

  • Temerrüde düşen borçlu, verilen süre içinde, borcunu ifa etmemişse veya süre verilmesini gerektirmeyen bir durum söz konusu ise alacaklı, her zaman borcun ifasını ve gecikme sebebiyle tazminat isteme hakkına sahiptir.
  • Alacaklı, ayrıca borcun ifasından ve gecikme tazminatı isteme hakkından vazgeçtiğini hemen bildirerek, borcun ifa edilmemesinden doğan zararın giderilmesini isteyebilir veya sözleşmeden dönebilir.
  • Sözleşmeden dönme hâlinde taraflar, karşılıklı olarak ifa yükümlülüğünden kurtulurlar ve daha önce ifa ettikleri edimleri geri isteyebilirler. Bu durumda borçlu, temerrüde düşmekte kusuru olmadığını ispat edemezse alacaklı, sözleşmenin hükümsüz kalması sebebiyle uğradığı zararın giderilmesini de isteyebilir.

Sürekli Edimli Sözleşmelerde

Sürekli edimli sözleşmeler ifanın devamlı olarak gerçekleştiği, sürekli olarak devam eden ve iki tarafa da borç yükleyen sözleşmelerdir. Kira sözleşmeleri ve iş sözleşmeleri sürekli edimli sözleşmelere örnek verilebilir. Sürekli edimli sözleşmelerde borçlunun temerrüde düşmesi durumu TBK’nın 126. Maddesinde düzenlenmiştir:

“İfasına başlanmış sürekli edimli sözleşmelerde, borçlunun temerrüdü hâlinde alacaklı, ifa ve gecikme tazminatı isteyebileceği gibi, sözleşmeyi feshederek, sözleşmenin süresinden önce sona ermesi yüzünden uğradığı zararın giderilmesini de isteyebilir.”

Yargıtay Kararları

“Dava, ifaya ekli ceza koşulu alacağının tahsili istemiyle açılmış; mahkemece davanın kabulüne karar verilmiş ve verilen karar, davalı vekilince temyiz edilmiştir.

1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre davalı vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışındaki sair temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir.

2-Davalı vekilinin diğer temyiz itirazının incelenmesine gelince;

Davada, 19.01.2009 tarihi ilâ 30.07.2009 tarihi arasında tahakkuk ettirilen ve Borçlar Kanunu’nun 158/II. maddesinde tanımı yapılan “ifaya ekli ceza” koşulu alacağına mahkemece hükmedilmiştir. 30.07.2009 tarihinden sonra ve dava tarihinden önce, davacı tarafından davalı borçlu temerrüdüne düşürülmemiştir. Borçlar Kanunu’nun 101/I. maddesi uyarınca; davası kabul edilen alacağa, temerrüt faizi uygulanabilmesi için davalının, davacı tarafından “borçlu” temerrüdüne düşürülmesi zorunludur. Somut olayda; davalı, dava tarihi olan 11.11.2009 tarihi itibariyle borçlu temerrüdüne düşürülmüştür. Bu sebeple, mahkemece davası kabul edilen alacağa, 19.01.2009 tarihinden itibaren temerrüt faizi uygulanması doğru olmamıştır. Kararın bu nedenle bozulması gerekir ise de; mahkemece düşülen bu yanlışlığın düzeltilmesi, yeniden yargılamayı gerektirmediğinden HMK’nın 370/II. maddesi gereğince kararın düzeltilerek onanması uygun görülmüştür.

SONUÇ:Yukarıda 1. bentte belirtilen nedenlerle davalı vekilinin sair temyiz itirazlarının reddine, 2. bentte açıklanan sebeplerle kararın hüküm fıkrasının birici paragrafında yazılı “19.01.2009” tarihinin çıkarılmasına ve yerine “11.11.2009” tarihinin yazılmasına ve kararın değiştirilmiş bu şekliyle DÜZELTİLEREK ONANMASINA, ödediği temyiz peşin harcının istek halinde temyiz eden davalıya geri verilmesine, 27.10.2011 gününde oybirliğiyle karar verildi.”(Yargıtay 15. Hukuk Dairesi 2010/6504 E., 2011/6301 K.)

“Taraflar arasındaki “tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Mengen Asliye Hukuk (Tüketici Mahkemesi Sıfatıyla) Mahkemesince davanın reddine dair verilen 13.02.2014 gün ve E:2013/137, K:2014/47 sayılı kararın incelenmesinin davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 30.6.2014 gün ve E:2014/23443, K:2014/21951 sayılı ilamı ile;

(…Davacı, davalı ile aralarında konut satışına ilişkin Bolu-Mengen Alt Gelir Grubu Toplu Konut projesi Gayrimenkul satış sözleşmesi imzalandığını, sözleşmenin 3.maddesine göre taşınmazın teslim süresinin 24 ay olduğunu, ancak süresinde teslim edilmediğini ileri sürerek geç teslim nedeniyle şimdilik 100.00 TL nin davalıdan tahsilini istemiştir.

Davalı, davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece,Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun uyarınca 30 aylık teslim süresinin dava tarihi itibariyle dolmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş,hüküm davacı tarafından temyiz edilmiştir.

Davacı,eldeki davada davalı ile aralarında imzalanan sözleşmede dava konusu dairenin teslim süresinin 24 ay olarak kararlaştırılmış olmasına rağmen idarenin daireyi geç teslim ettiğinden bahisle geç teslimden kaynaklı tazminat isteminde bulunmaktadır.Taraflar arasında imzalanan sözleşmenin 3.maddesinde gayrimenkulün inşaat süresinin 24 ay olduğu kararlaştırılmış olup, bu kararlaştırmanın dairenin teslim süresini de kapsadığı ve bu bağlamda dairenin sözleşme tarihinden itibaren 24 ay içinde davacıya teslim edilmesi gerektiği anlaşılmaktadır.Sözleşmenin 3.maddesinde 4077 Sayılı Yasaya atıfta bulunulmuş olması dairenin 24 ay içinde teslim zorunluluğundan vazgeçildiği anlamına gelmez. Sözleşmedeki düzenleme karşısında dava konusu dairenin sözleşme tarihinden itibaren 24 ay içinde teslim edilmemesi halinde davacının Teslimde gecikilen her ay için kira kaybı tazminatı isteyebileceğinin kabulü gerekir.Mahkemece, sözleşme tarihinden itibaren 24 ay sonra davalının daireyi teslim etme yükümlülüğü bulunduğu kabul edilerek bu tarih ile teslim edilme tarihi arasındaki kira kaybından davalının sorumlu olduğu gözetilmek suretiyle karar verilmesi gerekirken 4077 Sayılı Yasada yer alan 30 aylık sürenin dolmadığından bahisle davanın reddine karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırıdır. Bozmayı gerektirir…)

gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava, satış sözleşmesi gereğince satın alınan bağımsız bölümün süresinde teslim edilmemesi nedeniyle tazminat istemine ilişkindir.

Mahkemece, 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun uyarınca 30 aylık teslim süresinin konutun davacıya teslim tarihi itibariyle dolmadığı gerekçesiyle davanın reddine dair verilen karar davacı vekilinin temyizi üzerine Özel Dairece, yukarıda yazılı gerekçeyle bozulmuş; mahkemece, önceki gerekçeler tekrarlanmak suretiyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme kararını davacı vekili, temyize getirmektedir.

Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; taraflar arasında düzenlenen satış sözleşmesi gereğince, davacı tarafından satın alınan bağımsız bölümün süresinde teslim edilip edilmediği; buradan varılacak sonuca göre, davacının bu sözleşmeye dayanarak teslimdeki gecikmeden kaynaklanan tazminat isteyip isteyemeyeceği noktalarında toplanmaktadır.

Bu noktada konunun aydınlatılması bakımından borçlu temerrüdü hakkında açıklama yapılmasında yarar vardır:

Geniş anlamda borçlu temerrüdü (borçlunun direnimi), borçlunun sözleşmeye aykırı davranması (borcunu ifa etmemesi) demektir. Bu halde, ifa olanağı bulunduğu ifa için kararlaştırılan zaman geldiği ve uyarıldığı halde borçlu borcunu ifa etmemektedir.

Borçlunun temerrüdüne ilişkin düzenlemeye mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu (BK)’nun 101-108.maddelerinde yer verilmiştir.

Genel olarak borçlu temerrüdünde aranan ilk şart “edimin ifa olanağı bulunması”dır. Şayet edimin ifası objektif olarak imkânsızsa borçlu temerrüdünden söz edilemez.

Borçlu temerrüdünde aranan diğer bir şart da “borcun muaccel olması”dır. Borç istenebilir hale gelmeden temerrütten bahsedilemez. Zira muacceliyet alacaklının borçludan borçlanılan edimi talep ve dava edebilme yetkisini ifade eder.

BK’nun 101/1.maddesine göre, “Muaccel bir borcun borçlusu alacaklının ihtarı ile mütemerrit olur.” denilmektedir.

Maddeye göre, temerrüt için muacceliyet yetmemekte, kural olarak alacaklının ihtarı da aranmaktadır. İhtar, alacaklının talep iradesini borçluya ulaştırmasıdır.

Borçlu kusurlu veya kusursuz olsun, yukarıda sayılanlar somut olayda varsa temerrüt gerçekleşir. Başka bir deyişle, borçlunun kusuru temerrüt için şart değildir.

Kural olarak sözleşme hukukunda temel koşul, sözleşmenin kurulmasından sonra tarafların sözleşmeden doğan yükümlülüklerini, kararlaştırılan şekilde ve zamanda yerine getirmek zorunda olmalarıdır. Bu kurala “ahde vefa” (söze bağlılık) ilkesi denilmektedir.

BK’nun 106-108.maddeleri birlikte değerlendirildiğinde, iki tarafa borç yükleyen sözleşmeyle temerrüde düşen borçluya karşı, alacaklıya üç ayrı seçimlik hak tanındığı görülmektedir.

Bunlar; aynen ifa ve gecikmeden dolayı tazminat isteme hakkı; aynen ifayı reddederek ademi ifa sebebiyle müspet zararını talep hakkı; sözleşmeyi feshederek menfi zararını isteme hakkı olarak sayılabilir.

Alacaklının aynen ifa ve gecikmeden dolayı tazminat isteyebilmesi için (BK. m.106/1), borçluya uygun bir mehil verilmiş olması ve verilen mehilden sonuç alınamaması gerekir. Bu koşulların varlığı diğer seçeneklerin kullanılabilmesinde de aranır.

Temerrüde düşen borçluya alacaklının uygun bir mehil vermesi demek, temerrüde rağmen alacaklının daha ne kadar süreyle ifayı kabule rıza gösterdiğini bildirmesi demektir. Kuşku yok ki, yasa uygun bir mehil tayini suretiyle borçluyu temerrüdün sonuçlarından korumak istemiştir. Verilen sürenin uygun olup olmadığını saptamak için olayın özelliğinin gerektirdiği iyi niyet kurallarına riayet edilip edilmediğine bakmak gerekir.

Borç, alacaklının tayin ettiği süre sonunda da ifa edilmezse, ayrıca bir ihtara gerek olmadan BK. m.106’daki seçeneklerden biri kullanılabilir.

Ancak BK. m. 107’de sayılan nedenler söz konusu ise alacaklı, borçluya mehil vermeden de, BK. m. 106’daki seçeneklerden birini kullanabilir.

Bunlar; borçlunun hal ve davranışından süre verilmesinin etkisiz olacağının anlaşılması; temerrüt alacaklı yönünden aynen ifayı faydasız hale getirmişse; sözleşmede ifa tarihinin kesin olarak saptanması halleri olarak sayılabilir.

Nitekim aynı ilkeler, Hukuk Genel Kurulunun 21.03.2012 gün ve E:2012/13-161, K:216; 21.03.2012 gün ve E:2012/13-162, K:217; 21.03.2012 gün ve E:2012/13-163, K:218; 21.03.2012 gün ve E:2012/13-164, K:219; 16.01.2013 gün ve E:2012/13-592, K:2013/65 sayılı ilamlarında da benimsenmiştir.

Somut olaya gelince; taraflar arasında uyuşmazlığa konu sözleşmenin “Gayrimenkulün teslimi ve kullanılması” başlığını taşıyan 3.maddesi; “Gayrimenkulün inşaat süresi 24 ay olup, inşaatların bitiminde geçici kabulü müteakip, gayrimenkul tespit ve teslim tutanağı ile idarece önceden teslim ihbarıyla bildirilmiş olan programa göre teslim edilecektir. Teslim süresi her halükarda 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanunda yazılı süreyi geçemez…” hükmünü içermektedir.

Sözleşme tarihinde yürürlükte bulunan 4077 sayılı Kanunun 7/son maddesinde ise, kampanyalı konut ve tatil amaçlı taşınmaz satışlarında malın teslim süresinin azami 30 ay olduğu belirtilmiştir.

Şu halde, taraflar arasındaki sözleşmenin 3.maddesi hükmüne göre, satışa konu yapılan dairenin, sözleşme tarihinden itibaren 30 ay içerisinde teslim edilmesi gerekmektedir. Sözleşmenin anılan bu hükmündeki ifa zamanının kesin vade niteliğinde olduğunun kabulü gerekir. Bu sürenin dolmasıyla ayrıca bir ihtara gerek olmaksızın borçlu temerrüdü gerçekleşir. Sözleşmede öngörülen 24 aylık inşaat süresinin, dairenin teslim süresi olarak kabulü olanaklı değildir. Zira, sözleşmede teslim süresinin ayrıca kararlaştırıldığı görülmektedir.

Eldeki davada; sözleşme tarihinden itibaren 24 aylık inşaat süresi geçtikten ancak 30 aylık süre dolmadan önce daire davacıya teslim edildiğine göre, davalı taraf bakımından borçlu temerrüdü için aranan şartların gerçekleşmediği anlaşılmaktadır.

Davalı idare borçlu temerrüdüne düşmediğine göre, buna bağlı olarak davacının gecikme tazminatı (kira kaybı) isteme hakkı da doğmamıştır.

Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında bazı üyeler, uyuşmazlığa konu sözleşmenin 3.maddesinde teslim için açık bir sürenin belirtilmediği, sözleşmenin tarafının tüketici olduğu dikkate alındığında tarafların hak ve borçlarının tereddüde yer vermeyecek biçimde açık olarak düzenlenmesi gerektiği, buna göre, teslim süresinin atıf suretiyle belirlenmesinin bu şartı gerçekleştirmeye elverişli olmadığı, ayrıca teslimin ihbarla yapılacağı belirtildiğinden, davalı idarenin bu görevini yerine getirdiğinin de belli olmadığı, dolayısıyla bu durumun belirsiz olduğu, bu nedenle davalının tazminatla sorumlu olması gerektiği; bir başka azınlıkta kalan görüşe göre, hakkaniyet ilkesi gereğince, teslimin makul sürede ne kadar olabileceği konusunda araştırma yapılması amacıyla değişik gerekçeyle direnme kararının bozulması gerektiği ileri sürülmüş ise de; bu görüşler Kurul çoğunluğunca yukarıda belirtilen nedenlerle benimsenmemiştir.

Hal böyle olunca; yerel mahkemece, davaya konu yapılan konutun davalı tarafça sözleşmeye göre süresinde teslim edilmesi nedeniyle davanın reddine karar verilmesi ve bu gerekçeyle Özel Daire bozma ilamına karşı direnilmesi usul ve yasaya uygun olup, onanması gerekir.

SONUÇ:Davacı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının yukarıda açıklanan gerekçelerle ONANMASINA, 06.11.2015 gününde oyçokluğu ile karar verildi.”(Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2015/738 E., 2015/2440 K.)

Views: 6